COVID-19 ve Aciliyet Söylemi

Söylem, anlatı veya dil. Bir durumun bize nasıl aktarıldığı, onu hangi arka planda, hangi hikayeyle değerlendirmemiz gerektiğini söyler bize. Ve tabii ne şartlar altında meşru olduğunu da. Normalde kabul etmeyeceğimiz bir şeyi, şartların değişmesi durumunda ya da şartların değişmesi riski söz konusu olduğunda kabul etme eğiliminde olabiliriz. Bunun en temel örneklerinden birisi o durumun ne kadar acil olduğu ile ilişkilidir ki buna aciliyet söylemi ya da aciliyet dili diyoruz. En güncel örneği ise tabi ki COVID-19 ve yarattığı pandemi. 

Kaynak: Pixabay

COVID-19 ile beraber gündemimize ilk giren konulardan birisi en kısa sürede aşı bulunmasının gerekliliğiydi. Aslında bu hastalığı önlemenin ya da insanlık olarak bu pandemide hayatta kalmanın muhtemelen birden fazla yolu vardı. Bunların her birinin diğerine göre avantajlı ve dezavantajlı oldukları noktalar mevcut. Bu çözümlere şöyle bir bakacak olursak, genel olarak aşina olduğumuz, büyük ölçekli küresel problemlere getirilen her zamanki çözüm önerilerinden pek de farklı olmadıklarını görüyoruz:

1- Adaptasyon: Virüs ile yaşamayı öğrenmek. Bu seçenekte güçlü olanlar, virüsten daha az etkilenenler hayatta kalırken, diğerleri ölebilir.

2- İzolasyon: Virüs yok olana dek insanlar izole edilerek yayılması engellenir ve bu süreçte virüsün yok olması umulur.

3- Teknolojik Çözüm (Aşı): Aşı geliştirilir ve insanlara bağışıklık kazandırılır. 

Bu seçeneklerden sonuncusu bilimsel ya da teknolojik diyebileceğimiz çözüm. Yani bir techno-fix. Bu, var olan probleme direkt bir cevap, çözüm olarak sunulabilse de genel olarak techno-fix çözümler insanlarda her istediğimizi yapabiliriz, dünyanın dengesini bozabiliriz, nasıl olsa bir şeyler yanlış giderse onu teknolojimizle hızlıca düzeltip işleri tekrar rayına oturtabiliriz algısı yarattığı için etik açıdan sıkıntılı çözümlerdir. Bununla birlikte aşı ile beraber gelen en temel iki problem ise aşı geliştirmenin yüksek maliyeti (değişebilmekle beraber genelde yüzlerce milyon dolardan bahsediyoruz) ve  uzun geliştirme süreci (laboratuvarda ve sonrasında insanlar üzerinde yapılan testlerle beraber normalde on yıllar sürüyor). Ancak, COVID-19 söz konusu olduğunda güncel duruma ve piyasadaki çeşitli aşılara baktığımızda bu iki problemin de çözülmüş olduğunu görüyoruz. Peki nasıl? Aciliyet söylemi sayesinde. Dikkat edin, bir şeyin acil olması ile aciliyet söylemi aynı şey değil...burada önemli olan gerçekten acil olup olmaması değil, acil olarak sunulması, hakkında bir aciliyet hikayesi yaratılması.

COVID-19 o kadar acil bir konu ki, aşı geliştirme maliyetleri devletler tarafından üstlenildi, özel sektöre daha önce görülmemiş kolaylıklar sağlandı. Ve yine o kadar acil bir konu ki bu, normalde onlarca yıllık ar-ge, deney faaliyeti ve bürokrasi içeren aşı geliştirme süreci yalnızca bir yılda tamamlanacak şekilde 'göz yumulabilinir' şekle sokuldu. COVID'le beraber yürüyen ve yayılan aciliyet dili bize diyor ki, bazı etik, politik ve yasal durumları, en azından belli bir oranda, göz ardı edebiliriz. Çünkü acil durumlar radikal ve hızlı cevaplar talep ederler. Normalde düşünülmeyecek seçenekler bu durumlarda düşünülebilir ve geçerli olabilirler. Peki, COVID-19 aciliyet söylemi nedir ve nasıl yaratıldı? Aşağıda kabaca bunu inceleyeceğim:

  1. Ana Akım ve Kitlesel Medya: Aciliyet söylemini yaratanlar arasında tabi ki birinci sırada televizyon ve gazeteler geliyor. Attıkları manşetler ve yaptıkları televizyon programları ile toplumun COVID-19'la hızlı (en azından bir yerden sonra) bir şekilde tanışmasını sağladılar. Televizyon programlarına çıkan 'uzmanlar' aciliyet söylemini genel olarak güçlendirici vurgulamalar yaptılar (Türkiye'de 2020 başlarında aksini yapmaya çalışan bir tanesinin 'virüs bize bulaşmaz' diyerek farkında olmadan kendi kariyerini sonlandırdığını biliyoruz). Gazete manşetleri de giderek artan oranda bir aciliyet dili kullandı.
    "Evde kalın, bu bir ulusal acil durum" Kaynak: The Guardian

  2. Politikacılar, Uzmanlar ve Basın Toplantıları: Televizyon, sosyal medya, gazete ve radyolarla fikirlerini ve stratejilerini ileten politikacılar her gün karşımıza çıktılar ve virüsten bahsettiler. Onların her gün bıkmadan bu konu hakkında konuştuklarını/tweet attıklarını görmek bile durumun aciliyetini gösteriyordu. Politkacılara yön veren 'bilim kurulu' vb. organizasyonlar da sık sık bir araya gelerek durum değerlendirmelerini bize sunmaya devam ettiler. Her gün oturduk ve bir rutin geliştirerek o günkü vaka sayılarını dinledik ve turkuaz yazı karakterlerine karşı istemsiz bir aşinalık geliştirdik.
    Kaynak: https://covid19.saglik.gov.tr/

  3. Resmi Kurumların Açıklamaları: Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ülkelerin sağlık bakanlıkları başta olmak üzere resmi kurumlar neler yapmamız ve yapmamamız gerektiğiyle ilgli olarak devamlı açıklamalarda bulundular. Böyle büyük organizasyonlar işin içindeyse durum acil olmalı diye düşündük.
    Eskiden varlığına pek de aşina olmadığımız Dünya Sağlık Örgütü'nün sayısız basın toplantılarından biri, Kaynak: WHO

  4. Sosyal Medya: Yukarıdaki üç maddede yer alan aktörlerin tamamı zaten sosyal medyayı yoğun bir şekilde kullanmakta ve açıklamalarının önemli bir kısmını da buradan yapmaktaydı. Bunun dışında kalan insanların birer birey olarak  fikirlerini yoğun olarak paylaştıkları bu platformlar sonuçta hızla fikirlerin konsolide olduğu yerlere dönüştü. Bu konsolidasyon genel olarak durumun aciliyetini destekleyici olsa da alternatif görüşler ve komplo teorileri de kendine en çok bu platformda yer buldu. Bunun yanında sosyal medya şirketleri, kendilerince yanlış haberleri (fake news veya misinformation) önlemek için kullanıcılarının COVID-19 ile ilgili paylaşım yapmaları durumunda kısmen bunları engelleme, kısmen de kendi ülkelerinin resmi kurumlarına yönlendirme yöntemine başvurdu. Daha önce pek karşılaşmadığımız bu durum da virüse eşlik eden aciliyetin bir dışavurumuydu. Twitter'ın özellikle Hindistan'da önemli sansürler uyguladığı BBC'nin şu haberinde göze çarpmakta: India Covid: Anger as Twitter ordered to remove critical virus posts - BBC News
    Sosyal medya sansürü aslında durumun aciliyetini gözler önüne sermenin bir yolu, Kaynak:https://www.bbc.com/news/world-asia-56883483

  5. Özel Şirketlerin Açıklamaları ve Aksiyonları: Bu süreçte, ülkemizden örnek verirsek meslek liseleri ve bazı şirketlerin maske üretimine ağırlık verdiklerini gördük. Hatta ülkenin yerli sanayisinin önemli isimlerinden bazıları, farklı sektörlerde faaliyet göstermelerine rağmen entübasyon ve numune alma kabinlerinden solunum cihazlarına dek bir çok farklı kalemde ürün üretip hastanelere vererek virüs ile mücadeleye destek verdiler. Normalde kar amaçlı çalışan işletmelerin bu cömert faaliyetleri de durumun ne kadar ciddi olduğunun bir göstergesi olarak karşımıza çıktı.

Aciliyet söylemini ve bilinçli veya bilinçsiz olarak onu destekleyen anlatı biçimlerini kabaca anladık. Peki şimdi COVID özelinde kritik soruyu soralım: yeterince test edilmemiş bir aşı piyasaya sürülebilir mi? Hayır mı? Ama durum çok acilse? O zaman evet. Yan etkileri bilinmeyen bir aşıyı olur muydunuz? Durum acil ise olabilir. Acil değilse zannetmiyorum. Peki bu aciliyet dili veya söylemi nasıl bir şey ki yasayı ve etiği hatta belli oranda sağlığı ikinci plana itebiliyor? Ya da daha genel olarak şöyle soralım: acil olması çözüm olarak her şeyi meşru kılar mı? Kılmalı mı? Yani, sınırı nereye çizeceğiz? Aciliyet söylemi adı altında, örneğin, neleri meşru kılamayız? Seyahat özgürlüklerinin kaldırılmasını? Sokağa çıkma yasağını? Market alışverişlerinin yasaklanmasını? Restoranların kapatılmasını? Yüzyüze eğitimin durdurulmasını? İbadethanelere girişin yasaklanmasını? Sanırım son bir yılda açıklığa kavuştu ki meşru kılamayacağımız pek de bir şey yokmuş... 

Esas önemli nokta şunun anlaşılması ile kendini ayyuka çıkarıyor: tüm bu yasaklar ve onların meşru kılınma süreci aslında virüs ile ilgili değil, ona eşlik eden aciliyet dili ile ilgili. Şu anda gerçekten bir aciliyet durumu pekala olabilir ve tüm bu önlemler son derece zaruri de olabilir. Ancak, bir kırmızı çizgimiz, bir meşruiyet tanımımız ve yapabileceklerimizin/kabul edebileceklerimizin bir sınırı açık ve net bir şekilde görünmezse ya da bu tarz kararların alınması sürecine toplum da dahil edilmezse, bu söylem her daim beraberinde soru işaretlerini ve olası daha büyük problemleri, örneğin kötü niyetli yönetimlerce kullanımı durumunda kitlelerin yönetilmesini ve çeşitli amaçlar için yönlendirilmesi ihtimalini de beraberinde getirecektir. 

Trump Duvarı, Kaynak: Pixabay

Trump Meksika sınırına o meşhur sınır-duvarını çekme vaadi verip iktidara geldiğinde, duvarın bütçesi için ABD'nin 1976 Ulusal Acil Durum Yasa'sından faydalanmak istemişti. Bu yasadan faydalanmak için, adı üstünde, ortada bir acil durum olması şartı olduğu için Trump Ulusal Acil Durum (National Emergency Concerning the Southern Border of the United States) ilan etmekten geri durmamıştı. Nazi Almanyasında Hitler de gücünü pekiştirmek ve diktatörlüğe döndürmek için yine Almanya'da yürürlükte olan Weimar Anayasasının 48. maddesinden faydalanmıştı. Bu maddeye göre kamu güvenliği ve düzeni tehdit altında olduğunda (yani acil durumlarda) temel hak ve hürriyetlerin bir süreliğine tamamen veya kısmen askıya alınmasına izin veriliyordu ki sonrası zaten hepimizin malumu. 

İşte bu yüzden yönetimlerce aciliyet söylemi her zaman dikkatli kullanılmalı ve bu stratejik-söyleme her daim temkinli yaklaşılmalı, toplum da her aciliyet söylemini kendi içerisinde filtreden geçirerek değerlendirmelidir. 

Yorumlar